Ìåæäóíàðîäíîå Åâðàçèéñêîå Äâèæåíèå
Yrd.Doç.Dr.Deniz Tansi | AB İLERLEME RAPORU’NDA ULUSAL GÜVENLİKLE İLGİLİ KONULAR | 10.02.2006
    10 ôåâðàëÿ 2006, 21:11
 

AB İLERLEME RAPORU’NDA
ULUSAL GÜVENLİKLE İLGİLİ KONULAR

GİRİŞ

Avrupa Birliği (AB) 9 Kasım 2005’te üç adet belge yayınlamıştır. Bu belgelerden birincisi ‘strateji belgesi’dir. Strateji Belgesi’nde, AB’nin genişleme stratejisi, aday ülkeler ve potansiyel aday ülkeler kapsamında değerlendirilmektedir. Bu belgeye göre Türkiye ve Hırvatistan aday ülkeler olarak adlandırılırken, Sırbistan-Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Kosova olarak adlandırılmaktadır. Kosova hukuki statü açısından Sırbistan-Karadağ’a bağlı bir özerk bölge olarak kabul edilmesine karşın, adı bağlı olduğu ülkeden ayrı yazılmıştır. Bu noktada Balkanlaştırma Batı’nın Balkanlaştırma politikasının, remi belgelere yansıması açısından, ilginç noktalar yakalanmaktadır. Bir diğer belge Katılım Ortaklığı Belgesi’dir. Bu belge, sadece aday ülkeler yani Türkiye ve Hırvatistan için yayınlanmaktadır. İlerleme Raporu ise hem aday ülkeler, hem de potansiyel aday ülkelerin, AB’ye üyelik açısından, yıllık gelişmelerini izleyen rapor özelliğini taşımaktadır.

Türkiye açısından sadece adı geçen belgeler değil, 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi, müzakerelerin temel zeminini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, kamuoyunda pek fazla tartışma olanağı bulmayan, İlerleme Raporu ele alınmaktadır.

İlerleme Raporu 146 sayfalık bir hacme sahiptir. Buradan da anlaşılabileceği gibi, pek çok konuda ayrıntıya girmektedir. Çalışmada İlerleme Raporu’nda ülkemizin ulusal güvenliğini ilgilendiren konular, üç ana başlık çatısında sınıflandırılmıştır. Bu başlıklar, ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’yle İlgili Talepler’, ‘İnsan Hakları ve Azınlıklar Hakkındaki Talepler’, ‘Dış Politika, Güvenlik ve Savunma’ biçiminde adlandırılmıştır. İlgili başlıklar irdelendikten sonra, ‘Genel Değerlendirme’ bölümünde, söz konusu taleplerin çözümlenmesi yapılacaktır.

 

1- TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’YLE İLGİLİ TALEPLER

Bu bölüm, ‘Sivil-Asker İlişkileri’ başlığında 12. ve 15. sayfalar arasında ele alınmaktadır.

MGK’DAKİ DEĞİŞİKLİKLER

Raporun 12.sayfasında, sivil-asker ilişkileri başlığında, MGK’nın sivilleşmesi öncelikle ele alınmaktadır. Buna göre, MGK’da son yapılan anayasal değişikliklerle sivil sayısı artmış, MGK personelinin sayısı 408’den 305’e düşürülmüştür. MGK’da ilk defa bir sivil genel sekreter tayin edilmiş, genel sekreter MGK tarihinde ilk kez 30 Kasım 2004’te basın toplantısı düzenlemiştir.

SAVUNMA BÜTÇESİ

Rapor, Türkiye’nin savunma harcamalarının bütçedeki paynın 2004’de %6.7’den, 2005’de %7.2’ye çıktığını, ancak buna karşın ilk defa savunma bütçesinin, eğitimin gerisinde kaldığının altını çizmiştir. Rapor, eğitimin payını, %9.7 olarak belirtmektedir.

MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ

13. sayfanın son paragrafında, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin (MGSB) tanımı yapılmakta; bu tanıma göre belge, ulusal güvenlik tehditlerini adlandırmakta, temel tehdit önceliklerini belirlemekte, ve stratejileri tarif etmektedir. Rapor 14. sayfada, MGSB’de ulusal güvenliğin tanımı ve savunma stratejilerinin MGK’nın askeri kesimi ve hükümet arasında tartışma konusu olduğunu ve bu tartışmanın Türk medyasında ele alındığını ifade etmektedir.

MİLLİ GÜVENLİK KANUNU

14. sayfanın 3. paragrafında ise Milli Güvenlik Kanunu’nun 2. maddesi a fıkrasında yer alan ulusal güvenlik tanımının çok geniş olduğu, (ulusal güvenliğin siyasal, kültürel, ekonomik açıdan anayasal tehditleri sıralamasına da yer verilerek), bunun yoruma açık olduğu kaydedilmektedir.

ASKERİ YARGI

4. paragrafta, askeri kesimdeki yolsuzluk savlarına yer verilmektedir. 5. paragrafta ise, Askeri Ceza Kanunu’nda sivillerin yargılanmasıyla ilgili durumun devam ettiği, bir değişiklik olmadığı vurgulanmaktadır.

JANDARMANIN KONUMU

6. paragrafta Jandarma gücünün askeri işlevlerle tanımlanan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olduğu, ancak bu gücün İçişleri Bakanlığı’nın yasal zorlama işlevleriyle ilişkili olduğu belirtilmektedir. Bu noktada, Jandarma gücü üzerinde İçişleri Bakanlığı’nın, valilerin va kaymakamların etkisinin, iç güvenlik politikasında sivillerin denetimini arttırması açısından güçlendirilmesi gereği ifade edilmektedir.

ASKERİN SİYASETTEKİ NÜFUZU

7. paragrafta, Silahlı Kuvvetler’in siyasal nufuzunun sürdüğü vurgulanmaktadır. MGK’nın askeri üyelerinin düzenli olarak, iç ve dış politika konularıyla bağlantılı kamuya konuşmalar yaptıkları ve basın toplantıları düzenlemekte oldukları belirtilmektedir. Bu konuların Irak, Kıbrıs, terörizm, laiklik ilkesi ve Türkiye-AB ilişkileri gibi başlıkları kapsadığı ifade edilmektedir. Kasım 2004’te Genelkurmay 2.Başkanı’nın geçen yılki İlerleme Raporu hakkında konuştuğu, Mart 2005’te Genelkurmay Başkanı’nın Nevruz hakkında açıklamalar yaptığının altı çizilmektedir. Nisan 2005’te Genelkurmay Başkanı’nın Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmasında, dış politika ve iç siyaset konularında geniş bir ufuk turu yaptığı kaydedilmektedir. 8. paragrafta Eğitim Sen sendikasının tüzüğündeki ana dilde eğitim hakkıyla ilgili maddenin kaldırılması için, 2003 yılında Genelkurmay tarafından baskı yapıldığı iddia edilmektedir. 9. paragrafta ise, ordunun sadece askeri, savunma ve güvenlik konularıyla bağlantılı olması gerektiği, sivillerin ordu üzerinde tam otoritesinin tesis edilmesi, özellikle ulusal güvenlik stratejisinin formülasyonunda ve komşu ülkelerle ilişkilerde sivillerin karar vermesi gerekliliği vurgulanmaktadır. 15. sayfanın ilk paragrafında, ordunun bu çerçevede yeniden yapılanmasında, Avrupa Güvenlik Çalışmaları ve İstanbul Politika Merkezi’nin sponsorluğundaki Yönetişim Üzerinde Görev Gücü ve Ordu, TESEV tarafından teşvik edilen Güvenlik Sektöründe Demokratik Denetim ve Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Denetimi için Cenova Merkezi adlı kuruluşların katkı sağlayabileceği belirtilmektedir.

2- İNSAN HAKLARI VE AZINLIKLAR HAKKINDAKİ TALEPLER

Azınlıklarla ilgili talepler, ‘İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması’ başlığında 18. ve 40 sayfalar arasında değerlendirilmektedir.

İMZALANMAYAN SÖZLEŞMELER

Raporun 19. sayfası birinci paragrafında Türkiye’nin ‘Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Anlaşması’na imza koymadığı ve ‘Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nü kabul etmediği vurgulanmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Hırvatistan’daki generalin teslim edilmemesi örneğinde olduğu gibi, bireysel yargılama ve zorlama hakkı bulunmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye’nin taraf olması durumunda, bu konuda iki sorun karşımızda durmaktadır. Terörle mücadele ve soykırım savlarında, adeta ülkemiz, kendi imzasıyla taraf olduğu mahkemede mahkum konumuna düşürülmeye çalışılacaktır. Öncelikle, terörle mücadelede, 1 Temmuz 2002’de kabul edilen Roma Statüsü’ndeki, 7. maddenin 2. Fıkrası ii bendinde, insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ‘sivil hedeflere yapılan kasti saldırılar’ yer alırken, askeri tesislere yapılan saldırılar, söz konusu edilmemektedir. Öte yandan aynı maddenin d fıkrasında ‘tehcir’ yine insanlığa karşı işlenen suçlar çerçevesinde değerlendirilmektedir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

Raporda 19. sayfanın üçüncü paragrafında, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle (AİHM) ilişkilerinin son dönemde gelişme gösterdiği ancak halen birtakım aksaklıkların sürdüğü ifade edilmektedir. Dördüncü paragrafta, Ekim 2004’den beri AİHM’in Türkiye’yle ilgili davalarda, 129 adet hüküm verdiği belirtilmektedir. Bu bağlamda beşinci paragrafta, iki ana sorunun Türkiye ve AİHM arasında sürdüğü vurgulanmaktadır. Bunlardan birincisi konuların araştırılmasında hükümetin AİHM’le gerekli işbirliği yapmadığı, öte yandan altı çizilen sorunun Güneydoğu Anadolu’daki boşaltılan köylere dönüş hakkının yerine getirilmemesi kapsamında da sürdüğü ifade edilmektedir. Altıncı paragrafta, Doğan ve diğerleri olarak belirtilen davalardaki köye dönüş hakkının yerine getirilmemesi eleştirilmektedir. 20. sayfanın ikinci paragrafında AİHM’in 4 Şubat 2003’te Öcalan’ın adil yargılanmaması kararına atıfta bulunularak, Türkiye’den söz konusu kararın gereğini yerine getirmesi talep edilmektedir. 25. sayfada ifade özgürlüğü kapsamında, Orhan Pamuk, Hrant Dink ve Ragıp Zarakolu davalarının Türk mahkemeleri tarafından açılması eleştirilmektedir.

ERMENİ KONFERANSI

26. sayfanın üçüncü paragrafında önce Boğaziçi Üniversitesi’nde icra edilmesi yargı kararıyla durudurulan, sonra Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen Ermeni Konferansı’nın gerçekleştirimesi övülmektedir. Bu noktada başbakan ve hükümetin konferansa desteği olumlu bulunmaktadır.

SİYASAL PARTİLER

29. sayfanın 6. paragrafında Mart 2003 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7 siyasal partinin kapatılmasıhakkında açılan davanın Şubat 2005 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildiği ancak TKP, HAK-PAR ve DEHAP hakkında açılan davaların sürdüğü vurgulanmaktadır. Bu çerçevede Siyasal Partiler Yasası’nın değişmesi talep edilmekte, siyasal partilerin çalışmalarında hala Türkçe dışındaki dilleri kullanamadıkları eleştirilmektedir.

DİN ÖZGÜRLÜĞÜ

29. sayfanın son paragrafında, Gayrımüslimlerin ruhban yetiştirme yasağı, ve gayrımenkul sorunlarının devam ettiği belirtilmektedir. Aleviler’in ibadet yeri ve tanınmama sorunlarının sürdüğü ifade edilmektedir. 30. sayfanın tamamı Gayrımüslim azınlık vakıflarının sorunlarına ayrılmıştır. 31. sayfanın üçüncü paragrafında Patrikhane’nin ‘ekümenik’ statüsünün, Türkiye tarafından yasal olarak tanınması talep edilmektedir. 1971’den beri kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmaması olumsuz bir bakış açısıyla değerlendirilmektedir. Süryani ve Keldani kiliselerinin ayrı azınlık olarak kurmalarının engellendiği belirtilmektedir. Beşinci paragrafta, 2004 Ekim’inde Patrikhane önünde gerçekleştirilen gösteriler eleştirilmektedir. Altıncı paragrafta, Aleviler’e ‘zorunlu Sünni eğitimi’ verildiği, Cemevleri’nin ibadet yeri olarak kabul edilmediği vurgulanmaktadır. Bu bağlamda Aleviler’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsil edilmele talepleri anımsatılmaktadır. Sekizinci paragrafta, Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Avrupa Komisyonu’nun Türkiye hakkındaki üçüncü raporuna atıfta bulunularak (ilki Şubat 2005’te yayınlanmıştı), din dersinin seçmeli olması gerektiği ve tüm din kültürlerini kapsaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Kimlik kartlarından din hanesinin çıkartılması gerektiği, aynı rapora dayanarak, salık verilmektedir.

LOZAN’A ATIF

Raporun 35.sayfasının beşinci paragrafında, ‘Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması’ başlığı altında, Lozan Antlaşması’na atıfta bulunularak, Türkiye’de söz konusu antlaşma çerçevesinde, Gayrımüslim cemaatlerin azınlık sayıldığı, bu cemaatlerin de yine antlaşma çerçevesinde Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar olarak kabul edildiği vurgulanmaktadır. Ancak Türkiye’de başka cemaatlerin de olduğu, uluslararası ve Avrupa standarlarında azınlık haklarından faydalanmaları gerektiği ifade edilmektedir. 2004 İlerleme Raporu’nun 48. sayfasının ikinci paragrafında, aynı atıf yapılmış, Lozan’daki azınlıklar belirtilerek, Türkiye’de içinde Kürtler’in de bulunduğu diğer azınlıkların da var olduğu belirtilmişti. 2005 raporunda bu ifade yerine cemaat ifadesinin kullanılması hükümet tarafından olumlu bir gelişme olarak görülüyorsa da, cemaatlerin Avrupa standartlarındaki azınlık haklarından faydalanması talebi, sözcük oyunundan öteye gitmeyen bir dayatmayı ifade etmektedir. Bu konuyla bağlantılı olarak, Lozan’da azınlık kabul edilmeyen Süryaniler’e, 37. sayfanın birinci paragrafının sonunda, yine Lozan’a atıf yapılarak, kendi okullarını kurma talebi çerçevesinde, Lozan azınlıklarına koşut haklar talep edilmektedir. 2004 İlerleme Raporu’nun 49. sayfasında Süryaniler’in azınlık sayılması,Aleviler’in ise ‘Sünni olmayan Müslüman azınlık’ olarak kabulü talep edilmişti. Rumlar’ın gayrımenkul sorunlarına ikinci paragrafta tekrar değinilmektedir.

GÖKÇEADA PARAGRAFI

37. sayfanın üçüncü paragrafı tamamen Gökçeada Rumları’nın sorunlarına ayrılmıştır. Sorunların temelinde Rumlar’ın tapu sicil kayıtları gösterilmekte, ada Rumları’nın kendi arazilerinde cemaate yönelik tesisler (kutsal mekanlar dahil) kuramadıkları belirtilmektedir. Eski bir Rum azınlık okulunun Haziran 2005’te otel haline getirildiği vurgulanmaktadır. Nisan 2005’te başbakan Erdoğan’ın adayı ziyaret edip, cemaatin sorunlarını dinlediği, Haziran 2005’te Avrupa Parlamenterler Asamblesi Konseyi’nin Türk ve Yunan üyelerini adaya gelerek, Rum azınlığın zorluklarını dinledikleri, Türk üyenin Rumlar’ın sorunlarının yasal değişikliklerle çözüleceğine söz verdiği ifade edilmekdir. Gökçeada’nın 2005 İlerleme Raporu’nda ayrı bir paragraf olarak ele alınması, zihinlere kuşku verici sorular getirmektedir. Kıbrıs konusundaki ısrarlı politikalar, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan bu adaya, Yunanistan ve AB ilgisi açısından kayda değerdir.

ÇİNGENELER

37. sayfanın 4. paragrafı ise, raportdaki dipnot itibarıyla, sayıları 500 bin ila 2 milyon arasında tahmin edilen Çingeneler’le ilgilidir. Son iki yıl içinde, Türkiye’de beş kentte Çingeneler’i savunan hukuk bürolarının kurulduğu, Çingeneler’in konut, eğitim, sağlık ve istihdam sorunlarının sürdüğü vurgulanmaktadır. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Çingeneler’in özellikle yerleşim sorunları başta olmak üzere, diğer sorunlarının tesbiti için çalışmalar yaptığı ifade edilmektedir. Geçen yılki İlerleme Raporu’ndan beri, Çingeneler’in kültürel haklarının korunmasıyla ilgili çok sınırlı ilerleme yaşandığı söylenmektedir. Bu arada, içinde Kürtçe’nin de bulunduğu dillerde yayın yapmanın sürdüğü, ancak dikkat öekici kısıtlamaların devam ettiği ileri sürülmektedir.

TÜRKÇE DIŞINDA EĞİTİM

Raporda 37.sayfanın son paragrafında Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 42.maddesine atıfta bulunularak, Türkçe dışında, ana dil olarak kabul edilen dillerde eğitimin yasaklandığı, Türkçe konuşmayanların kamu hizmeti almaktaki engelleri dile getirilmektedir. Yugoslavya örneğindeki gibi, kamusal alanda adeta farklı dillerin kullanılması ima edilmektedir.

DOĞU VE GÜNEYDOĞU’YA ATIFLAR

38. sayfanın birinci paragrafında, Kürt dili ve kültürünün değişik biçimlerde ifadesinde daha fazla hoşgörü gösterilmesine karşın, 2005’in ilk dönemlerinde tansiyonun yeniden yükseldiği, Mart’taki Nevruz (raporda Newroz olarak kullanılmaktadır) kutlamalarında Mersin’de Türk bayrağının iki çocuk tarafından yakılmasının milliyetçi tepkilerle karşılandığı ifade edilmektedir. İkinci paragrafta ise, yargının Kürtçe kullanımıyla ilgili kararlarının karışık olduğu örneklerle belirtilmektedir. Üçüncü paragrafta DEHAP genel başkan yardımcısı Reşit Yardımcı’nın 2003’te DEHAP konferansında yaptığı Kürtçe konuşmadan dolayı 6 ay hapis cezasına mahkum edildiği, HAK-PAR genel başkanı Abdülmelik Fırat’ın Ocak 2004’te parti mitinginde yaptığı Kürtçe konuşmadan dolayı, Mayıs 2005’ten itibaren yargılanmasının başladığı anımsatılmaktadır. Dördüncü paragrafta, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusında Kürt kökenli yurttaşların yoğunlukla yaşadığı, bölgenin sosyo-ekonomik ve siyasal problemlerine kapsamlı bir politikanın geliştirilemediği, Ağustos 2005’te başbakan Erdoğan’ın pek çok Kürt entelektüeliyle görüştüğü, Diyarbakır’ı ziyaret ettiği ve sorunu ‘Kürt Sorunu’ olarak adlandırdığı ifade edilmektedir. Beşinci paragrafta, güvenlik durumu itibarıyla, 1999’dan beri eylemleri azalan PKK’nın AB’nin terör örgütleri listesinde yer aldığı, güvenlik güçleri ve silahlı gruplar arasındaki çatışmaların ölümle sonuçlandığı (her iki taraf ifadesiyle) vurgulanmaktadır. 39. sayfanın ikinci paragrafında köye dönüş programı anımsatılmakta, son paragrafta ise köy koruculuğu sisteminin kalkması talep edilmektedir. Genel değerlendirme konusunda analiz edilecek olmasına rağmen, ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır. Kürt yurttaşlarımız, teritoryal bir alandai, dil ve kültür birliğiyle tanımlanan, PKK her ne kadar terör örgütü sayılsa da, her iki taraf ifadesinde de ele alındığı gibi, Kürtler’in fiili temsilcisi sayıldığı, sistematik ve metodoljik bir kafa karışıklığı göze çarpmaktadır. Türkiye ise, azınlık haklarından faydalanması talep edilen bir cemaat olarak AB tarafından üstü kapalı kabul edilen Kürtler’e haksızlık yapan bir ülke olarak değerlendirilmektedir.

BÖLGESEL KONULAR

Bu başlık altında 40. sayfanın üçüncü paragrafında, öncelikle Kıbrıs ele alınmakta, Türkiye’nin 29 Temmuz 2005’te imzaladığı, Ankara Anlaşması’nın 10 yeni AB üyesine uygulanması hakkındaki protokolle birlikte aynı zamanda kendi ifadeleriyle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığını ilan eden bir deklarasyon yayınladığının altı çizilmektedir. AB’nin 21 Eylül 2005’te karşı bir deklarasyon yayınladığı anımsatılmaktadır. Türkiye’nin deklarasyonu tek taraflı, protokolün bir parçası olmadığı ve Türkiye’nin protokolle ilgili sorumluluklarına, hukuksal bir etki yapmadığı ifade edilmektedir. Dördüncü paragrafta, Türkiye’nin Kıbrıs’la (Kıbrıs Rum Yönetimi) ilgili vetosunun, başta silah ihracı hakkındaki Wassenaar Anlaşması olmak üzere, uluslararası örgütlerin işleyişini aksattığı eleştirilmektedir. Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 7. paragrafında öngörülen Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı ve uluslararası örgütler nezdinde AB ekseninde kalmasını talep eden, fiilen Kıbrıs Rum Kesimi’ni vetosunu engelleyen hükümlerin, çerçeve belgedeki başkanlık açıklamasıyla engellendiği belirtilmişti. 2005 İlerleme Raporu’nda, bu açıklama geçersiz kalmaktadır.

SINIR SORUNLARINA BARIŞÇIL ÇÖZÜMLER

Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunların 40.sayfanın 7. paragrafında geliştiği ifade edilmekte, Eskişehir-Larissa arasında doğrudan telefon hattının kurulduğu belirtilmektedir. Yunanistan Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın Ocak 2005’te Türkiye’ye yaptığı 5 günlük ziyaret anımsatılmakta, iade-i ziyaretin Türk Kara Kuvvetleri komutanı tarafından yaptığı ifade edilmektedir. 41. sayfanın birinci paragrafında, Türkiye ve Yunanistan başbakanlarının açtığı Karacabey-Komotini doğal gaz hattına değinilmekte, ikinci paragrafta TBMM başkanının ‘casus belli’nin uygulanmayabileceği hakkındaki açıklamaları vurgulanmaktadır.

3- DIŞ POLİTİKA, GÜVENLİK VE SAVUNMA

Başlıkta belirtilen konular, AB müzakere başlıkları çerçevesinde, 30. başlık olan ‘Dış İlişkiler’ ve 31. başlık olan ‘Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları’ bağlamında ele alınmaktadır. Söz konusu başlıklar, 126 ila 131. sayfalar arasında bulunmaktadır.

ÜÇÜNCÜ ÜLKELERE KARŞI ORTAK POLİTİKALAR

126. sayfanın birinci paragrafında, Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı, AB’yle ortak politika uygulaması gerekliliği anımsatılmaktadır. Bu bağlamda, 127. sayfanın üçüncü paragrafında, ‘Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları’ başlığında, AB dahilindeki siyasal deklarasyonlar, eylemler ve anlaşmaların AB’ye katılım durumunda olan ülkeyi bağladığı, AGSP’nin de uluslararası anlaşmalar ve siyasal belgeler çerçevesinde oluştuğu, dolayısıyla Türkiye’yi bağladığı ifade edilmektedir.

TÜRKİYE’DEN BEKLENEN GÖREVLER

Raporun 127.sayfasının 5. paragrafında, Türkiye’nin katılım stratejisine bağlı olarak siyasal diyaloğunu zenginleştiemesi, uluslararası sorunlara bakış açısının bu strateji çerçevesinde değişeceği, bu değişimin kendisini en fazla Güney Kafkasya, Batı Balkanlar, Ortadoğu Barış Süreci, Akdeniz, Ortadoğu Bölgesi, Irak, İran ve Afganistan’da göstereceği, AGSP’ye katılımda Türkiye’nin aktif siyasal diyaloğunu sürdürmesi talep edilmektedir. 6.paragrafta bununla bağlantılı olarak, AB’nin AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle gerçekleştirdiği Troyka toplantılarına etkin olarak katıldığı anımsatılmaktadır. Son paragrafta, Türkiy’nin terörizmle mücadele ve Kitle İmha Silahları’nın geliştirilmesi konularında AB’yle uyumlu bir çizgide olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, önceki bölümlerde değerlendirdiğimiz Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye’nin taraf olması talebi yinelenmektedir. Aynı talep, 130. sayfada tekrar yinelenmektedir. 28. sayfanın birinci paragrafında, Barselona Süreci’ne atıfta bulunularak, söz konusu sürecin AB’nin ‘iyi komşuluk ilişkilerini destekleme, siyasal istikrarı cesaretlendirme, insan hakları sorunlarını çözme, demokratik kalkınmayı destekleme’ hedeflerini içerdiği ortaya konmaktadır.

ORTADOĞU BOYUTU

129. sayfanın birinci paragrafında Ortadoğu Barış Süreci’ne değinilmekte, Türkiye’nin Filistin’e 25 bin polis üniforması hediye ettiği (4.8 milyon ABD Doları) belirtilmektedir. Türkiye’nin Filistin genel seçimlerine siyasal gözlemci göndereceği, bu bağlamda ilk genel seçimlerde AB seçim izleme komitesinde yer almayı önerdiği belirtilmektedir. İkinci paragrafta, Türkiye’nin özellikle Irak’ta Kerkük’ün konumuna olan duyarlılığı ve Türkmenler’le ilişkileri ele alınmaktadır. Üçüncü paragrafta Türkiye’nin Suriye’yle ilişkilerinin geliştiği ifade edilmektedir. Mart 2005’te Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Suriye’yi ziyaret ettiği anımsatılmaktadır. Sınır anlaşmazlıklarının ortak sınır anlaşmasıyla çözümlendiği, teröre karşı her iki ülkenin işbirliği yaptığı vurgulanmaktadır. Dördüncü paragrafta, Türkiye’nin AB’nin İran’la ilgili nükleer politikasını desteklediği açıklanmaktadır. Beşinci paragrafta Türkiye’nin Afganistan’ın yeniden yapılandırılması için Bonn sürecinin parçası olduğu, ISAF komutasında adı geçen ülkede TSK’nın görev yaptığı ifade edilmektedir.

ERMENİ KONUSU

129. sayfanın son paragrafında Ermenistan sınır kapısının halen kapalı olduğu eleştirilmekte, 90 yıl önceki ‘trajik olaylar’dan söz edilmektedir. Ermeni konferansının düzenlenmesi, 130. sayfada tekrar övülmektedir.

KIBRIS

Önceki paragraflarda değindiğimiz çerçevede Kıbrıs boyutunda, özellikle Türkiye’nin Rum Kesimi’ni uluslararası örgütlere üyeliği çerçevesinde vetosu söz konusu edilmekte, bu vetonun NATO-AB stratejik işbirliğini engellediği ifade edilmektedir.

GENEL DEĞERLENDİRME

AB İlerleme Raporu’nda ulusal güvenlik kavramı, sanki sadece siyasal iktidarların inisiyatifinde bir konuymuş gibi algılanmaktadır. Ulusal güvenlik kavramının tüm ulusu ilgilendirdiği, her bir siyasal iktidarın dünya görüşü çerçevesinde değiştirilemeyeceği, esnetilemeyeceği anlaşılamamaktadır. TSK’nın ulusal güvenlik formülasyonunda geride kalması, ekonomik ve toplumsal geri kalmışlık çerçevesinde, seçmenleri istismar eden irticai ve bölücü akımların, siyasal kaygılarla hoş görülmeleri sonucu, devletin kalıcılığını sarsabilecek etkiler yaratacaktır. Son günlerde Şemdinli’den başlayıp, Van, Yüksekova gibi yerleşim merkezlerinde süren olaylar, devlete karşı sivil itaatsizlik, devletsizleşme provalarıdır. Yanıbaşımızda oluşan sözde Kürt bölgesi, tarikat ilişkileri, etnik bağlar, mali yardımlar, bölgede yaşayan gençlerin Irak’ın kuzeyindek, üniversitelerde burslarla okutulmasıyla, Türkiye’nin ulusal alaşımını zayıflatmaya çalışmaktadır. AB perspektifinin Türkiye’nin elini kolunu bağladığı, güvenlik açısından ülkemizin gerekli önlemleri alamayacağı, olağanüstü hal dahil, anayasal süreçleri işletemeyeceği algısı, gün geçtikçe güçlenmektedir. AB belgelerinde Kürtler’le ilgili taleplerin, gittikçe sertleşmesi, yaratılmaya çalışılan kaos ortamını güçlendirmektedir. AB belgelerinde talep edilen Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye’nin taraf olması, terörle mücadelenin mahkemenin inisiyafine bırakılacağı, subaylarımızın, görevleri gereği tyaptığı eylemlerden dolayı adeta ‘savaş suçlusu’ haline getirileceği bir zemin yaratacaktır. Terörle mücadele, ulusal güvenlik sorunudur. Bu çerçevede, TSK’nın suçlu durumuna düşürülmesi, terörle mücadele kararlılığını sekteye uğratacak, bölücü akımlar hareket serbestisi kazanacak, devlet paralize olacaktır. Bu bağlamda Jandarma gücünün TSK’dan alınarak, İçişleri Bakanlığı’na bağlanması, terörle mücadelede en etkin olan gücün aşındırılması anlamına gelecektir.

AB belgelerinde yeni azınlıklar yaratılmaya çalışılmaktadır. Kürtler, Aleviler, Çingeneler, Süryaniler, Keldaniler’e ad olarak değinilmektedir. 1923 Lozan Antlaşması’nda kabul edilen azınlıklar dahi, 1926 Medeni Kanunu’nda azınlık statüsünden çıkartılmıştır. Lozan’da sayılan azınlıklar, uluslararası antlaşmalardan doğan haklarını kullanmaktadırlar. Durum böyleyken, yeni azınlıklar Türkiy’ye dayatılmaya çalışılmakta, özellikle Kürtler’e belli bir teritoryal alan AB belgelerindeki ifadesiyle doğu ve güneydoğu Anadolu olarak tahsis edilmeye çalışılmaktadır. Sünni olmayan ya da Türk olmayan Müslüman azınlık statüsü icat edilmye çalışılmaktadır. Atatürk milliyetçiliğinde ve Türkiye Cumhuriyeti hukukunda, Türk’ün etnik bir adı değil, yurttaşlığı ifade ettiği görmezden gelinmektedir. Ekümenik patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması talepleri, Gökçeada Rumları’nın ayrı bir statüyle, teritoryal bir alanda değerlendirilmeleri, ne anlama gelmektedir?

Dış ve bölgesel politikalar zemininde, Türkiye’nin AB’yle ortak bir eksende olması talep edilmektedir. Bu bağlamda, Güney Kafkasya, Irak, İran, Afganistan, Akdeniz, Suriye, Ortadoğu bölgesi sayılmaktadır. Kıbrıs konusunda Türkiye ve AB’nin derin çelişkileri varken, sözgelimi Akdeniz’de nasıl ortak bir poltika icra edilecektir. Yunanistan’la Ege karasuları, kıta sahanlığı ve FIR hattı konuları çözümlenmemişken, bu eksen nasıl yaşama geçecektir. Sivil toplum inisiyatifleriyle Kürtler’le yakın ilişkiler kuran AB ülkeleri, yakın gelecekte Irak’taki Kürt bölgesiyle yakın ilişkiler içerisine girerlerse ne olacaktır? İran’a yönelik ne tür politikalar icra edilecektir? Ermenistan sınır kapısının açılmasını talep eden AB, Azerbaycan’ın tecridini yaratacak bir zemindedir. Türkiye, AB perspektifi uğruna ‘tek millet, iki devlet’ esasında kabul ettiği Azerbaycan’ı yalnız mı bırakacaktır? O zaman Güney Kafkasya’da AB’yle hangi ortak politikaları uygulayabileceğiz? Görülüyor ki, AB perspektifi kendi başına bir ‘ulusal güvenlik’ konusu haline gelmiştir. Türkiye’nin dünya üzerinde başta bulunduğu bölge olmak üzere, diğer siyasal aktörlerle işbirliği seçenekleri vardır. Türk cumhuriyetleri, Rusya, Çin, Hindistan, komşu ülkeler bu parantezde değerlendirilebilir. ABD’yle ilişkiler, AB perspektifinden bağımsız değildir. Dış politikada çok seçeneklilik temel bir zemin durumuna gelmelidir. Yoksa, var olan AB çıpası, Türkiye açısından giderek tehlikeli bir macera durumuna gelmektedir.

[Bu yazı Jeopolitik dergisinin Ocak 2006 sayısında yayınlanmıştır.]

Yrd.Doç.Dr.Deniz Tansi

  
Ìàòåðèàë ðàñïå÷àòàí ñ èíôîðìàöèîííî-àíàëèòè÷åñêîãî ïîðòàëà "Åâðàçèÿ" http://med.org.ru
URL ìàòåðèàëà: http://med.org.ru/article/2902